Hira ve Olimpós


Yazı: Saffet OSKAY - Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi

Dünyanın üç asırdır yaşadığı değişim ve dönüşüm, Batı nedeniyle gerçekleşti.

“Modernleşme” kavramı adı altında kültürel, siyasi, ekonomik vb. birçok alanda uluslar değişim ve dönüşüm yaşadı. Bu değişimden en çok İslam alemi etkilendi. Tamamen olumsuz diyemeyiz ama Müslümanlar, dünyanın en zengin medeniyetinin çocukları iken birden küresel dünyanın mazlum halkları oldular. Asırlar boyu huzur içinde olan topraklar ve o toprakların evlatları, Batı’nın sömürgecilik için tabiri caizse at koşturduğu topraklar haline geldi ve yine Batı’nın modern tabiriyle işçi (köle) olarak çalıştırdığı mazlum bir halk doğdu.

Ülkelerin siyasi anlamda “doğu” ve “batı” olmalarını belirleyen, dünya tarihini kendi perspektifinden yeniden kurgulayan Batı’nın ta kendisiydi. Batı, ne geçmişte ne de günümüzde hiçbir zaman uygar olmamıştır.

Batı dünyası günümüzde güçlü olanın, zayıf olanı himayesi altına alması, hatta vatanlarından etmesi ve gerekirse yok etmesi gerektiği mantığıyla hareket etmektedir. Son asırlarda yaşananlara baktığımızda, Batı dünyası, Edward Said’in “Oryantalizm” adlı eserinde “İslam’ın Roma’ya üstün gelmesi, Roma’yı gölgede bırakması, geçmişte ya da günümüzde hiçbir Avrupalının zihninden silinmiş olamaz” dediğini haklı çıkarmaktadır.

Günümüzde yaşanan olaylara baktığımızda, medeni ve gelişmiş dediğimiz Batı dünyası sadece kendisine yarar sağlayan alanlarda “modern” kavramını kullanmaktadır. İslam medeniyetini, Batı dünyasının modernleşme adı altında kurduğu oyuna kanarak her kavramı ve her kurumu ondan alarak tarihini okuyamaz hale geldi. Kuşaktan kuşağa süregelen bu sistem, geçmişimiz, yani İslam medeniyeti ile aramıza Avrupa modernleşme seddi inşa etti.

Ekonomimiz bozuk ve düzen üstüne kurulu olduğu için, hiçbir zaman Müslümanlar bu alanda bağımsız olamadılar. İçinde Allah’ın bulunmadığı bir ekonominin vahşi yöntem ve uygulamaları kabul edilemez. İçinde Allah’ın bulunmadığı Batı tarzı yönetim, milliyetçilik ve bloklaşma siyaseti insanlığa huzur veremez. İçinde Allah bulunmayan, “Nereden geldik, nereye gidiyoruz?” sorularını cevapsız bırakan, güce sahip olmanın dışında bir hedef tanımayan, bilimi değil, bilimciliği benimseyen bir zihniyet insanlığa mutluluk getiremez.

İslam dünyasının bir diğer zayıf noktası ise fırkalara bölünmek oldu. İslam toplumu var oldukça yeni görüşlerin ve düşüncelerin ortaya çıkması, dolayısıyla fırkalaşmaların devam etmesi kaçınılmaz bir sosyolojik realitedir. Bizim bu zaafımız, Batı’nın bize karşı en büyük silahı oldu. İslam, bize birlikte huzur içinde yaşamayı öğretmişken, bizler Batı tarzı yönetimleri benimseyerek bloklaşmayı seçtik. Orta Doğu’da yıllardır kan dökülüyor; kanı dökenden, kanı dökülen de aynı medeniyetin çocukları. İslam dünyası, yalnızca gerçek tarihini okumayı öğrendiği zaman huzur ve bağımsızlık elde edebilir. Dinin bizden ne istediğini tam olarak anlayarak işe koyulmalıyız. Dini anlayan, yaşayan ve kurumsallaştıran insandır.