Yazı: Emirhan Akaslan - Yıldız Teknik Üniversitesi
Henüz 4-5 yaşlarındayken bilgisayardan basmam gereken yerleri ezberleyerek-okuyamıyordum çünkü o zaman-bir oyun sitesi açmayı öğrenmiştim. Bilgisayarın başına geçer sırasıyla basmam gereken yerlere basar ve oyunumu oynardım. Sonraları fark ettim ki aslında birbiriyle bağlantılı olan o linkleri nasıl bir arada kullanacağımı ve çalıştıracağımı öğrenmişim. Bu benim için çok keyif verici bir şeydi. Zaman geçtikçe teknoloji de değişti, gelişti ve bir oyunu açmak mobil cihazımızda bir simgeye basmak kadar basitleşti. Üstüne üstlük tüplü bilgisayarlara kıyasla bu cihazları yanımızda taşımamız da artık oldukça kolaydı.
Son derece basit oyunlar olduğu gibi oldukça komplike ve iyi oynayabilmek için çok şey öğrenilmesi gereken oyunlar da vardır. Bu oyunlara genel itibariyle vakit hırsızı olarak baksak da aslında mantığımızı ve öğrenme kabiliyetimizi de geliştirir. Düşünsenize bir oyun için, o oyunu öğrenmek için ciddi bir çaba sarf ediyorsunuz ve bunun karşılığını da fazlasıyla alıyorsunuz. Aslında her yeni adımınızda daha çok emek vermeniz gerekmesine, daha çok şey öğrenmeniz gerekmesine rağmen her yeni adımınızda oyundan biraz daha keyif alıyorsunuz. Peki oyunları bu kadar büyülü kılan şey ne olabilir?
Popüler oyunlara sahip oyun şirketleri, bir oyunu pazarlamak ve kitlesini artırmak için güçlü bir bütçe ayırırlar. O oyunun ortaya çıkması için emek verilmiştir çünkü. Bir nevi ortaya koydukları eserin kıymet görmesini isterler. Tabi bununla beraber bu işten para kazanma gayelerinin verdiği motivasyonu da görmezden gelmemek gerekir fakat bizim ilgilendiğimiz konu şuan bu değil. Bu şirketler oyuncu kitlelerini tanımak için “big data” analistleriyle çalışırlar. Oyunu geliştirmek için farklı farklı kollarda ARGE ekipleri kurarlar. Oyuncuların psikolojisini anlamak için psikolojik danışmanlarla çalışırlar. Bırakın bir oyun sistematiği kurup kenara çekilmeyi 2-3 yılda bir değil, her yıl değil 2-3 ayda bir hatta kimi zaman her ay güncellemeler yaparlar. Oyunlara yenilikler ekler, oyuncunun sıkılmaması, daha da bağlanması için ellerinden gelen her şeyi yaparlar.
Özellikle bu durumdan birinci dereceden etkilenen gençler olmak üzere velisinden akademisyenine, esnafından sanatçısına toplumun büyük kesimi eğitim sisteminin yetersizliğinden söz ediyor. Öğrencilerin birer yarış atı gibi yetiştirilip hatta kimi zaman motivasyon için bir havucun bile çok görülüp onlardan sokuldukları yarışlarda başarı elde etmeleri isteniyor. Hatta belki bir yarış atı gibi davranılsa çok daha başarılı olabilirler. Çünkü bir yarış atı o yarışlara katılmak için başta yarış atı olarak doğması(her at cinsi yarış atı olmaya uygun değil) gerekiyor. Sonrasında ise gerekli fiziksel yeterliliğe ulaşmak için özel koçlarla ve iyi düzenlenmiş bir diyetle hazırlanıyor. Bunları düşününce öğrenciye bir bilgisayar oyunu oyuncusu veya bir yarış atı kadar dahi kıymet verilmemesi-verilse bile bu kıymeti ifade kabiliyetsizliği-eğitimin asla bir oyun kadar dahi çekici olamamasına sebep oluyor.
Teknoloji bu kadar gelişmişken ve oyun-eğitim, sinema-eğitim entegrasyonları için çalışmalar yapan insanlar varken bunları desteklemekten geri durmamalıyız. Nasıl bir oyun oyuncuyu kendine bu kadar bağlıyorsa pek tabii eğitimin de öğrenciyi kendine bağlaması mümkündür. Burada asıl mesele eğitimcilerin ve eğitim alanında söz sahibi olanların bunu ne kadar dert ettikleridir. Kullanım amacı değişmedikten sonra, kullanan zihinler değişmedikten sonra kara tahtadan akıllı tahtaya geçmenin ne artısı olabilir ki. Bundan dolayı teknolojiyi anlamak için çalışmamız lazım. Bu teknolojiyi nasıl eğitimle bir araya getiririz de öğrencinin okula koşa koşa gitmesini sağlarız diye biraz başımızı ağrıtmamız lazım. En önemlisi halihazırda bunları dert edinen kişilere destek olmak için can atıyor olmamız lazım.
Bir oyun şirketi bile oyuncusunu anlamak için bu kadar çaba gösterirken, bir yarış atına bile özel eğitim programları ve diyet hazırlanırken hatta her atı yarış atı olmaya zorlamazken geleceğimiz diye söz ettiğimiz gençlere-öğrencilere bu sıradanlaştırılmış, fabrikasyon hale gelmiş eğitim denen sistemi dayatmak sağlıklı bir sonuç getirir mi acaba?