Yazı: Ahmet POLAT - Marmara Üniversitesi
Özel gereksinimli bireyin tanımı karşımıza “normal gelişim gösteren bireylerden farklı olarak; zihinsel, görme, işitme, bedensel yetersizliği ile dil ve konuşma bozukluğu olan, dikkat eksikliği ve hiperaktivite problemi olan, öğrenme güçlüğü çeken, otistik ya da üstün zekalı bireyler” şeklinde çıkmaktadır. Özel gereksinimin bir başka ifadesinde ise “bireyin sosyal ve ekonomik haklara, hizmetlere gereksiniminin olması” ibaresi geçmektedir. Evet, tıpkı öğretmenlerimiz gibi.
Günlük hayatta her bireyin sosyal varlığını sürdürebilmek adına çeşitli sosyal faaliyetlerde bulunmaları gerekir. Bunlar yaratılışın, insan fizyolojisinin birer ihtiyacıdır. Kimi zaman bunları gerçekleştirirken karşılığında bir şeyler öderiz. Bu bazen zaman, bazen enerji bazense para olarak karşımıza çıkmaktadır. Sosyal varlığını sürdürebilmek adına insan, kimi zaman bu gibi çeşitli şeylerinden feragat etmek durumunda kalır. Karşılığında ise mutluluk, sevinç, sıcaklık başarı gibi duyguları elde eder ve var olduğunu hisseder. Aslında var “olmak ya da olmamak” o kadar da mühim bir mesele değil. Ama görünmez olmanın, insan yerine konulmamanın ne kadar acı olacağını azıcık bir tahayyül edince anlayabiliyoruz. Bu gibi insan zihnini yoran ve kalbini acıtan tahayyüller aslında kimilerimizin gerçekleri olabiliyor ne yazık ki: Öğretmenler, öğretmenlerimiz…
Her meslek grubu yaptığı işe kutsallık atfetmeyi çok sever. Kimisi de haklıdır tabi onlara lafımız yok. Ama hepimizin geleceği, ülkemizin yarınları olan çocuklarımızı emanet edeceğimiz öğretmenlerimize neden bu kutsallık yakıştırılamaz anlamış değilim. Lafa gelince zaten hepimiz “Bir yıl sonrasını düşünüyorsan tohum ek, on yıl sonrasını düşünüyorsan ağaç dik ama yüz yıl sonrasını düşünüyorsan insan yetiştir.’’ lafını biliyor, önemini anlıyoruz. Peki o zaman neden hala toplumumuzda öğretmenlerin bir sosyal var oluş sorunu var ve neden hala bu sancıyı çekmekteler?
Mesleki statü olarak baktığımızda öğretmenlik çok da saygı duyulan bir meslek çerçevesi kapsamında ne yazık ki değildir. Bunun ise belli başlı sebepleri var: Maaşlar, pek çok sayıdaki mezun, pek çok sayıdaki niteliksiz eğitim fakülteleri ve şu sıralar gündemde çok bulunmasa da çocukluğumda hiç yaşamadığım, aklımın ucundan dahi geçmeyecek olan öğretmene şiddet kavramı… Toplum değişiyor, nesiller değişiyor ve ne yazık ki insanlar arasındaki sevgi saygı da değişiyor. Öğretmenlik mesleğinin bu kadar ayaklar altına alınmasında maalesef halkımızdan daha çok “öğretmenlerin öğretmenleri” pay sahibi. Mesleğin günümüzde yeterli ekonomik refah sağlayamaması, gerek bir itibarlaştırma çabası içerisinde olunmaması, gerekse halkın bu kadar dil ve el uzatacak seviyeye inmiş olmasına ses çıkarılmaması ne yazık ki öğretmenin sosyal varoluşunu zedeliyor ve öğretmeni ne yazık ki özel gereksinimli öğretmen boşluğuna itiyor.
Pek çok açıdan değerlendirdiğimiz, ucuz statü gözüyle bakılan, bizlerinse sıkı sıkıya sarıldığı öğretmenlik mesleği; yine bizim sıkı sıkıya sarılıp yukarı çekmelerimizle gün yüzüne, ait olduğu yerlere çıkacaktır. Çok özlü söz söyledik belki derdimize dert ekleyen ama bir özlü söz daha söyleyelim derdimize çare eyleyen: “Tohum saç, bitmezse toprak utansın! Hedefe varmayan mızrak utansın! Hey gidi Küheylan, koşmana bak sen! Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!”